[ad_1]
AA
Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı Karim Ahmad Khan’ın geçen hafta yaptığı İsrail ziyaretinin ardından, ziyaretini Hamas’ın saldırıları sebebiyle zarar gören İsrailli ailelerin talebiyle yaptığını açıklaması, kurumun tarafsızlığu ile ilgili eleştirilere neden oldu.
Yaşanan bu gelişme üzerine, İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Av. Dr. Abdullah Musab Şahin, İsrail’in Filistinliler üzerine şiddetinin sonlandırılması ve yargılanmasında en etkili mekanizmanın Uluslararası Adalet Divanı olduğunu anlatan bir analizi Anadolu Ajansız için kaleme aldı:
Uluslararası Adalet Divanına yapılacak başvuru, UCM’den daha etkili olacaktır
7 Ekim’in ardından İsrail’in Filistinlilere yönelik sistematik olarak yürüttüğü saldırılar halen şiddetli şekilde devam ediyor. Sivillerin öldürülmesine, tahliye yolları, hastaneler veya okullar gibi kamusal alanların bombalanmasına İsrailli siyasetçilerin ya da askerlerin saldırgan ve doğrudan yok etme kastını gösterir ifadeleri de eşlik ediyor. Bu süreçte İsrail’in durdurulması konusunda uluslararası toplumun yapabilecekleri tartışılıyor. Genel olarak 2 farklı açıdan çözüm arayışı olduğu görülüyor. Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde ateşkes kararının alınması bunlardan ilki. Diğeri ise uluslararası ceza hukuku kapsamına giren ağır nitelikteki suçlardan kabul edilen savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım suçları için soruşturmaların başlatılması. Ateşkes için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), bahsedilen suçlardan dolayı sorumluların yargılanması açısından ise Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) konuşuluyor. Amerika’nın tavrı sebebiyle Güvenlik Konseyinin etkili bir karar alabileceği pek düşünülmediğinden İsrail’in saldırılarının derhal durdurulması noktasında suçluların Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanması gerektiği fikri ön plana çıkıyor. Uluslararası Adalet Divanına (IJC) yapılacak başvuruyla İsrail’in saldırılarının önlenmesi ise pek gündeme gelmeyen, bununla birlikte daha etkili bir çözüm olabilir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, ateşkesi sağlayabilir mi?
İsrail’in 2 ayı geçen saldırı sürecinde ateşkesin sağlanması için uluslararası kuruluşların çeşitli sebeplerle harekete geçmediği görüldü. Teorik olarak BMGK neredeyse sınırsız müdahale hakkına sahip olmasıyla ön plana çıkıyor. Konsey, tedbir veya tavsiye niteliğinde kararlar alabileceği gibi çeşitli devletleri askeri müdahale ile mevcut İsrail saldırılarını önlemek için yetkilendirebilir. Fakat Amerika’nın tutumundan dolayı çözüm yönündeki bu ihtimallerin pratikte gerçekleşmesi pek mümkün gözükmüyor. Bilindiği üzere en son, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in konseye gönderdiği mektubun ardından yapılan ateşkes tasarısı oylaması Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından veto edildi. Amerika’nın tutumu devam ettiği sürece Güvenlik Konseyi’nin mevcut çatışmayı sonlandıramayacağı açık.
Uluslararası Ceza Mahkemesi cezalandırma için bir çözüm sunabilir mi?
Yukarıda bahsedilen 3 suçun çoğu zaman hatalı olarak birbirlerinin yerine geçecek şekilde kullanıldığına rastlansa da aralarında önemli farklılıklar vardır. Savaş suçları ile ilgili oluşan mevzuat, genel manada savaş şartları içinde kalan bireylerin ve bireylerin faydasına faaliyet gösteren hastaneler veya okullar gibi kamusal alanların saldırılardan korunmasını amaçlar. İnsanlığa karşı suçlar ise silahlı çatışmanın başlangıç ve bitiş anıyla sınırlı olmaksızın doğrudan sivil bireylere karşı işlenen suçlara odaklanır. Uluslararası ceza hukukunun en ağır suçu olan soykırım eylemine getirilen yasak ise birey yerine ulusal, etnik, ırksal veya dini açıdan ayırıcı özellikler gösteren bir topluluğun varlığını korumayı hedefler. Bu suçların unsurları arasında çeşitli farklılıklar olsa da Roma Statüsü gereği şahısların bu suçlardan yargılanması konusunda Uluslararası Ceza Mahkemesi yetkilidir.
7 Ekim’den önce de İsrail’in suçları belgelendi
Aksa Tufanı Operasyonu öncesinde İsrail’in eylemlerinin çeşitli sivil toplum örgütleri veya araştırma grupları tarafından yapılan gözlemler sonucunda savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar kapsamında değerlendirildiği görülüyordu. Soykırım açısından yapılan incelemelerde ise İsrail’in eylemleri soykırıma varma ihtimali olan tasarruflar olarak kabul edilip, “yavaş soykırım” veya “soykırım başlangıcı” olarak değerlendiriliyor ve uluslararası toplum uyarılıyordu. Halihazırda çoğunlukla uluslararası sivil kamuoyunda İsrail’in eylemlerinin soykırım kapsamında kabul edildiği görülüyor. UCM bu suçlar açısından şahısları yargılama yetkisine sahip.
UCM’nin yalnızca bireyleri yargılama yetkisi var
Halbuki hızlı çözüm odaklı bakıldığında UCM burada doğru başvuru organı olarak görünmüyor. Öncelikle ifade etmek gerekir ki UCM’nin yalnızca bireyleri yargılama yetkisi vardır. Dolayısıyla İsrail’in bütün devlet organlarıyla saldırı halinin bu mahkeme aracılığıyla durdurulması mümkün değildir. Bunun dışında UCM bir tedbir kararı da veremez. Bu sebeple Mahkemenin bir tedbir kararıyla mevcut silahlı çatışma durumunu kısa sürede durdurması pek olası değildir. Yargılama sürecinin uzun süreceği de açıktır. UCM’nin bu sene Putin için çıkardığı tutuklama emri hatırlanacak olursa Putin için Batılı devletlerin yoğun baskısına rağmen soruşturmanın başlangıcından yaklaşık 1 sene sonra tutuklama emri çıkarılabilmişti. Şu anda İsrailli yetkililer için başlayacak benzer bir sürecin ise seneler alacağı muhtemel. Son olarak, Putin örneğinde olduğu gibi İsrailli yetkililer için bir tutuklama emri çıksa bile pratikte bu tutuklamaların gerçekleşmesi oldukça zor gözüküyor.
UCM savcısının İsrail’i ziyareti, mahkemenin tarafsız olmadığını gösterdi
Bütün bunların yanında UCM Savcısı Karim Ahmad Khan’ın geçen hafta yaptığı İsrail ziyareti sonrasında yaptığı açıklaması da bu kurumun tarafsız olmadığını ve pasifliğini gösteren bir gerçek. Savcı, ziyaretini Hamas’ın saldırıları sebebiyle zarar gören İsrailli ailelerin talebiyle yaptığını ve Hamas mensuplarının bu eylemler sebebiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından yargılanabileceğini vurguladı. Savcının kullandığı bir diğer ilginç ifade ise İsrail’in uluslararası insancıl hukuk alanında eğitim almış uzmanlarının olduğu ve bunların askerlere destek verdiğiydi. Ayrıca Khan Gazze’ye gitmedi. Bahsedilen bütün sebeplerden dolayı UCM hızlı sonuç üretme noktasında doğru tercih olarak gözükmüyor.
Uluslararası Adalet Divanı, en hızlı şekilde etkili çözüm üretebilir
BM’ye bağlı ve bu kurumun temel yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı, en kısa sürede İsrail’in saldırgan eylemlerinin sona ermesini veya ateşkes sürecinin başlamasını sağlayabilir. Uluslararası Adalet Divanına yapılacak bir başvuru hem Güvenlik Konseyine hem de Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne göre pratikte daha etkili sonuçlar doğurabilecek bir yol gibi gözüküyor. Divan’da hızlı şekilde, İsrail’in Soykırım Sözleşmesi’ne aykırı eylemleri tescillenebileceği ve buna bağlı olarak bu yöndeki eylemlerini durdurması gerektiği yönünde tedbir kararları alınabileceği gibi İsrail’in eylemlerinin hesap verilebilir bir zemine çekilmesi de sağlanabilir.
İsrail işgali, Şubat 2024’te görüşülecek
Esas itibarıyla, Uluslararası Adalet Divanı gelecek sene İsrail-Filistin problemleriyle ilgili yeni görüşmelere başlayacak. BM Genel Kurulu 2022 senesinin aralık ayında bir karar alarak Uluslararası Adalet Divanından Doğu Kudüs’ün durumu ve İsrail’in işgalinin doğurduğu hukuki sonuçların tespit edilmesine yönelik danışma görüşü talep etmişti. Ekim ayında Uluslararası Adalet Divanının bu konudaki ilk toplantısını 2024 senesinin şubat ayında yapacağı açıklanmıştı. Yani gelecek senenin şubat ayında başlayacak görüşmelerde Uluslararası Adalet Divanı, Kudüs’ün durumu ve İsrail’in Filistinlilerin kendi kaderini tayin etme hakkını ihlalinin ve işgalinin hukuki sonuçları üzerine bir danışma görüşü çıkaracak.
İsrail’in Divan’ın kararlarına uymaması daha ağır sonuçlar doğuracaktır
Görüldüğü üzere, Gazze’de yaşanan son gelişmeler şimdiki haliyle ilgili dosya kapsamında olmadığından bu konuda bir kararın çıkması beklenmemelidir. BM’ye yapılacak yeni bir başvuru sonrasında Genel Kurul aynı usulü takip ederek talebi Uluslararası Adalet Divanına iletebilir. Divanın taraflardan birisini korumak için alınabilecek geçici önlemleri belirleme hakkı var. Bunun yanında, İsrail’in de taraf olduğu 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi’nin 9. maddesinde açıkça düzenlendiği üzere sözleşmeye ilişkin uygulama ve yorumların ya da doğrudan soykırım eyleminin tespitiyle ilgili uyuşmazlıklarda Uluslararası Adalet Divanı yetkili. Kurucu Statü’nün 35. maddesine göre Divan, uluslararası yükümlülüklere aykırı bir davranışın oluşturduğu zarar ya da tazminat hakkında karar verebilir. Bu kapsamda Divanın rolünün şahısların yargılanmasının ötesinde, devlet eliyle sistematik saldırılar yapan İsrail’in engellenmesi konusunda etkisi olabilir. Ayrıca Divanın bu yöndeki bir tespitinin Uluslararası Ceza Mahkemesi nezdinde şahısların yargılanması konusuna da katkı sağlaması mümkün. Çünkü iki kurum arasındaki ilişkiler mutabakatlarla açıkça belirlenmiştir. İsrail’in Divan’ın kararlarına uymaması daha ağır sonuçlar doğuracağından, Gazze saldırıları sebebiyle İsrail aleyhine yapılacak bir başvuru, kısa sürede etkili sonuçların ortaya çıkmasını sağlayabilir.
KAYNAK : Ensonhaber
[ad_2]