Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, pire berber iken, ben Safiye’nin beşiğini tırgır mıngır sallar iken, kocaman bir ülke varmış. Bu ülke çok güzelmiş. Bahçelerinde mis kokulu yemişleri, derelerinde memba suları, gökyüzünde güzel sesli kuşları varmış. Alabildiğine yeşil, alabildiğine bereketliymiş. Bereketliymiş, bereketli imiş ama kralın tahtını devredeceği bir çocuğu yokmuş… Kral bütün gün sarayında kara kara düşünür, bu derde bir çare bulamazmış. Gel zaman git zaman bu kasvet tüm ülkeyi sarmış. Bir gün ülkenin en yetenekli büyücüsü devreye girmiş. Kralın huzuruna çıkmış.
Ve demiş ki “Kralım, bu derdin bir çaresi var. Ama benim dediklerimi tastamam yapacaksın.” Kral heyecanlanmış.
Büyücüye pek inanırmış. Kara bir umutla ona “Tamam” demiş.
Büyücü de başlamış bulduğu formülü anlatmaya…
Tahtı bırakacak çocuğu olmadığı için kara yaslara giren kral, büyücünün sözünü dinleyerek, yanına kraliçeyi de almış ve otağını saraydan çok uzaklara kurmuş. Orada büyücünün dediği gibi ellerini açarak dua etmeye başlamış ve demiş ki “Allahım bana bir erkek evlat ver.”
Ve dediği gibi olmuş da. Kralın sevincini görmeye gör. Fakirleri sevindirmiş, toplu düğünler yapmış, her kente çeşmeler, köprüler daha neler neler…
Gel zaman git zaman kraliçenin doğum sancıları tutmuş. Kraliçeyi almışlar bir odaya. Doktorlar, hemşireler… Herkesler hazır ol da. Zaman geçmiş, bebek doğmamış, zaman geçmiş hayır bebek bir türlü doğmamış. Bu arada doğuma girenlerden çok canlar yanmış. Hiç kimse olana bitene bir anlam verememiş…
Sarayda hummalı bir koşuşturma başlamış… Ülkenin tüm ileri gelen tabipleri çaresiz kalmış. Komşu ülkelerden gelenler de çare olamamış.
Tabii bu aşamada büyücü yine devreye girmiş. Kralla konuşmuş. Ve ona çıkışmış. “Ben sana demedim mi Allahtan hayırlı bir evlat iste diye. Sen ise erkek çocuk istedin. Bak işte bu yüzden kraliçe bebeği doğuramıyor.” demiş.
Kral duasını nasıl bildi diye şaşırmış, büyücünün püskülüne sarılmış. “Aman” demiş. “Çok haklısın. Heyecandan öyle çıktı azımdan. Sen ne yap ne et, bu dertten bizi kurtar.” demiş.
Büyücü de tamam ama benim dediklerimi tastamam yapacaksın diyerek, başlamış bulduğu çözümü krala anlatmaya…
Kralın ettiği yanlı dua nedeniyle çocuğu bir türlü doğmazken, büyücü söz verdiği üzere harekete geçer.
Büyücü dere tepe düz gider ve kentin en fakir ailesinin kaldığı, en yoksul evin kapısını çalar.
Burada ismi “Aslı”olan dünya güzeli bir kız çocuğu yaşamaktadır. Kralın oğlunun doğumunu bütün gün hasta annesine yardım eden, çamaşırları asan, sofrayı kurup-kaldıran, çok çalışkan bu kız çocuğu yaptıracaktır.
Büyücü niyetini anlattığında hem ailesi hem de kız çok şaşırır ve çekinirler. Çünkü kraliçenin kimse derdine derman olamazken, Aslı küçücük boyuyla ne yapabilecektir ki. Ama büyücü “kralın emri” deyince küçük kız korka korka da olsa mecbur saraya gider.
Büyücü onunla kraliçenin odasına kadar birlikte yürür ve kapının tam önünde, kızın eline içi su dolu bir tas tutuşturur. Ve der ki “İçeriye yalnız gireceksin. Bu su dolu tası kraliçeye doğru uzatacaksın. Sakın korkma. Bana güven.”
Küçük kız titreye titreye elindeki suyu dökmemeye çalışarak kapıdan içeriye girer. Tası uzatır. Bu sırada gözlerini sımsıkı kapatmıştır.
Ve beklenen gerçekleşir. Kralın oğlu doğar.
Nasıl mı? Ettiği dua ayağına dolanan kralın oğlu insan değil yılan soyundan meydana gelmiştir. Annesinin karnında çok susadığı için de tasın içine doğru süzülmüştür.
Aslı görevini başarı ile yapmış ve evine geri dönmüştür.
Kraliçe kurtulmuştur.
Ama ya kral.
Kral çok üzgündür. Ama bu çocuk yılan soyundan da olsa kanından canından bir candır. Atsa atamaz, satsa satamaz ama hem kimseye zarar vermesin hem de kimse onun Canını yakmasın diye bir zindana kapatır. Orada besler, gözetir, arada da ziyaretine gider.
Gel zaman git zaman yılan prens büyümüş masal bu ya evlilik çağına gelmiştir. Babasına bu dileğini açar. “Tek başıma yaşamaktan usandım, bir eşim olsun isterim.” der.
Oğlunun bu isteği kralın kalbini yaralar. Yerine getirmek de ister, hatta insan soyundan olsa bu dileği şanı ile yapmaz mı, yapardı elbet. Ama şimdi nasıl olabilir ki? Bu prense kim eş olabilir ki? Hem canını kaybetme riski de var.
Kralın aklına başına bu işleri açan büyücü gelir. Büyücü artık yaşlanmıştır. Kulakları az işitir, ayakları tutmaz. Bu kez kral onun yanına gider. Derdini açar. Medet umar. Büyücü de der ki tamam ben bu derdin çaresini biliyorum ama söyleyeceğimi tastamam yapmak şartı ile…
Sonra bulduğu yöntemi başlar anlatmaya…
Kral yılan soyundan doğan oğlu evlilik çağına gelince ve evlenmek için ısrar edince, büyücüye gider danışır. Büyücü de yollara dökülür. Ama bu kez sarayın atlı arabalarıyla. Çünkü artık çok yaşlanmıştır. Dermanı kalmamıştır.
Sarayın süslü atlarının çektiği görkemli araba ülkenin en fakir evinin kapısında durur. Ev o eski evdir ama şimdi daha da kötü durumdadır. Aslı bu zaman zarfında alımlı ve güzel bir genç kız olmuştur ama iş yapmaktan elleri nasırlı, yoksulluktan üstü başı yama içindedir.
Büyücü ona “Seni yılan prense gelin etmeye geldim.” deyince kızın gül pembesi yanakları sararır.
Çocukluk kabusu olan bu prens yine karşısına çıkmıştır. Bu cezayı hak etmek için ne yapmıştır. Düşünür durur.
Mecbur kralın emri, büyücüyü getiren arabaya biner ve yılan prensin bulunduğu kulenin yolu tutulur.
Kral hem meraklı hem endişeli hem de sevinçli bir haldedir.
Sade bir evlenme töreni düzenlenir. Aslı, prensin yanına girmeden önce büyücü onu alır ve giysi odasına sokar.
Aman Allah’ım Aslı bir de ne görsün! Zümrüt takılar ve birbirinden zarif 40 gelinlik askıda asılı durmaktadır.
Büyücü Aslı’nın minik ellerini kendi yaşlı avuçlarının içine alır ve der ki:
“Dinle beni ey güzel ve talihsiz kız. Daha önce de bana güven dedim. Ve söyleyeceklerimi tastamam yerine getir dedim. Yaptın ve sana hiçbir şey olmadı. Şimdi de söyleyeceklerimi yaparsan yine kılına zarar gelmeyecek. Bu kırk gelinliği sana üst üste giydireceğiz. Yılan prense iyi davranacaksın. Önce onun bir gömlek çıkarmasını isteyeceksin, sonra sen bir gelinlik çıkaracaksın. Aman ha sakın sırayı şaşırma. Önce o çıkartacak. Bana güven.”
Aslı denilenleri dinler. Çaresizce yılan soylu prensin huzuruna çıkar. Yılan birden ondan çok etkilenir. Cesaretinden, duruşundan ve güzelliğinden… Tatlı dille çok heyecanlı olduğunu ve bir şartı olduğunu söyler. Prens bu şartı kabul edince de o bir gömlek, diğeri bir gelinlik çıkartarak başlarlar soyunmaya…
Yılan prens sonuncu gömleği çıkardığında çok yakışıklı, uzun boylu kara yağız gerçek bir prense dönüşür.
Aslı’nın kabusları o anda biter.
Kral ve kraliçe mutluluktan ağlarlar…
Büyücü çevirdiği dolapların ayağına dolanmasından dolayı çektiği vicdan azabını dindirecek bir son bulmanın rahatlığı ile son nefesini verir…
Bu olay tüm ülkeye ders olmuştur, şanı komşu ülkeleri tutmuştur: “Doğacak çocuğun hayırlısını istemek doğrusudur. Tatlı dil yılanı bile adam eder. Olayların gidişatını değiştirmek kimseye hayır getirmez. Cesaret doğru kullanıldığında büyük bir silaha dönüşür.”
Gökten bir kilo elma düşmüş, biri Safiye’nin başına, kalanlar da diğer tüm çocukların başına…