[ad_1]
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Katar ziyareti dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Ziyareti takip eden gazeteciler ortasındaki NTV Genel Yayın Direktörü Nermin Yurteri, canlı yayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bildirilerini aktardı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yöneltilen sorular ve karşılıkları şöyle:
Gazze’de sizin de söylediğiniz üzere müthiş bir insani felaket ve trajedi yaşanıyor. İsrail-Filistin meselesinin tahlili konusunda Amerika Birleşik Devletleri’nin başında sizce nasıl bir plan var? İsrail’e ne vakit dur denilecek? Netanyahu hükümetiyle bu karar ne kadar mümkün olacak? İsrail gözü dönmüş bir halde Gazze’nin güneyini vurmaya devam ediyor. Bu hücumlar sürerken, olayın siyasi bir tahlili ve sonuçlanması noktasında ne kadar umutluyuz? Bütün bu süreç İsrail devletinin dünyada bütün dayanağını kaybetmesiyle sonuçlanabilir mi? Bütün bu bahislerle ilgili görüşlerinizi rica edeceğim.
İsrail’e yönelik başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere tüm Batılı ülkelerin takviyeleri olmasaydı, şu anda bölgemizde böylesi bir tabloyla karşı karşıya olmazdık. Bu ülkelerin gerek nakdi, gerek silah, mühimmat, araç gereç üzere tıpkı ve nakdî olarak sınırsız takviyeleri, önemli manada Batı’nın şımarık çocuğu İsrail’i bu noktalara taşıdı. Bu nereye kadar bu türlü sarfiyat? Bu durum bilhassa İsrail’le bağları çok çok farklı pozisyonda olan ülkelerin İsrail’e olumsuz bakışını çok daha tahrik edici olacaktır. Failin kimliğine nazaran hareket eden global sistemin ayarı bozulmuştur. Bu bozuk ayarla neyi nasıl düzelteceksiniz? Bilhassa İsrail Başbakanı Netanyahu şu anda iflas ile baş başa kalmış bir durumdadır. Her an iflas bayrağını çekebilir. Yalnızca Netanyahu’nun değil, beraberlikteki takımın da zulümlerine göz yuman bir Batı var. Neyse ki 7 Ekim’den bugüne Batının İsrail’e bakışı önemli manada değişmiştir. İnanıyorum ki çok fazla da sürmeyecek, kısa bir vakit içerisinde bilhassa Gazze’ye yönelik İsrail’in bu zalimce halleri, kendisini iflas ile karşı karşıya getirecektir. Gazze atakları öncesi İsrail’de Netanyahu hakkında biliyorsunuz bir yargılama kelam konusuydu. İşgal kuvvetleri ile iş birliği halindeki İsrail yargısı onunla ilgili aksi bir karar vermekten şu anda imtina ediyor. O denli ya da bu türlü bu kararı vermenin arifesinde olduklarına inanıyorum. Bizler de öbür yandan Netanyahu ve hata ortaklarının milletlerarası yerde yargılanması için dünyanın değişik yerlerinden 3 bin civarında avukatla, Milletlerarası Ceza Mahkemesi’ne başvurduk. Gazze’deki savaş kabahatlerini mahkemenin gündemine taşıdık ve bunun takipçisi olacağız. Yalnızca bizden değil, Milletlerarası Ceza Mahkemesi’ne dünyanın değişik yerlerinden de İsrail aleyhine önemli manada müracaat yapan ülkeler bulunuyor. Bu ülkelerin bu dik duruşunun yanında da Filistinlilerle dayanışma içerisinde olan insanların sayısı her geçen gün artıyor. Londra’nın caddelerinde, New York’ta Beyaz Saray’ın önünde, Paris’te, Belçika’da, Hollanda’da dünyanın birçok yerinde yükselen bu sesler, Filistin’deki zulüm bitene ve hatalılardan hesap sorulana dek dinmeyecek. Gazze’deki tarifsiz zulüm karşısında tüm vicdan sahipleri üzere bizim de ciğerimiz yanıyor. İnsanlıktan nasibini almamış İsrail idaresi, Gazze’de 16-17 bin Filistinliyi öldürecek, bunlara yemek, su ilaç ulaşmasını engelleyecek, yaralıların hastanelere taşınmasının önüne geçecek ve vicdan sahibi beşerler bunun karşısında durmayacak o denli mi? Böylesi bir tutum vicdansızlık ve insafsızlık olur ki, buna asla biz eyvallah edemeyiz.
Ortadoğu’da kalıcı barış için Türkiye başta garantörlük olmak üzere birtakım somut tekliflerde bulundu. Siz, bir Barış Konferansı önerdiniz. Katar da süreçte faal rol oynayan ülkelerden biri. Görüşmelerinizde, kalıcı barış ve ateşkesin yol haritasına ait neler gündeme geldi?
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, Katar’ın bütün bu sürece bakış açısı bizimle örtüşüyor. Bundan sonraki süreçte de Katar ile gerek şahsım, gerek Dışişleri Bakanlığımız, gerekse ilgili kurumlarımız irtibat halinde olacak. Barışa ulaşmasını hedeflediğimiz bu süreci birlikte işletecek, adımları tekrar birlikte atacağız. Zira bundan sonraki kademe “Kendi başına bırakalım, yürüsün” diyeceğimiz bir süreç değil. Ortada İsrail’in acımasız ataklarıyla yerle yeksan olmuş bir Gazze var. Ateşkesin sağlanması ve ardından yaralıların Gazze’den tahliyesi öncelikli hususlar. Gazze’deki sivil halkın içerisinde kanser hastaları da bulunuyor. Biliyorsunuz bir kısmını ülkemize tedavilerini yapmak üzere getirdik. Bir de Gazze’nin yine inşası ve imarı konusu var. Bu bahiste da gerekeni tekrar daima birlikte, inşallah gücümüz neye yetiyorsa yapacağız. Yine inşa ve imara başlayacağız. Katar bu hususta Türkiye’yle birebir istikamette yürümeye kararlı. Biz garantörlüğe de, bu konferansa konut sahipliği yapmaya da hazırız. Kâfi ki barışı hakikaten istesinler. Biz daima barış diyoruz, hukuk, adalet diyoruz. Bunları öylesine söylemiyor, dünyanın büyük bir felakete sürüklenmemesi için bu kavramların ayakta kalmasına gereksinim olduğunu bilerek söz ediyoruz. Gözleri olup zulmü görmeyenlere, kulakları olup gerçeği işitmeyenlere, lisanları olup hakikati söylemeyenlere “görün, duyun, gerçeği artık söyleyin” diyoruz. İnsanlık onurunun kurtuluş reçetesini sunuyoruz aslında. Biz yılmayacağız, usanmayacağız, yorulmadan hakkı ve hakikati anlatacağız. “Denedik olmadı” deme lüksümüz yok. Barış için çabalamaya devam edeceğiz. Yeni yol haritalarımızı oluşturduk. Hem Gazze’deki zulmü, hem Filistin’in yıllardır yaşadığı dramı, hem de kalıcı barış için tahlillerimizi söz edeceğiz.
İddiaya nazaran İsrail’in Gazze’de 40 km uzunluğunda, 12 kilometre genişliğinde bir tampon bölge oluşturma planı var. Bunu geçen hafta Amerikan Dişleri Bakanı’na ilettikleri argüman ediliyor. Bu türlü bir teklif Körfez Ülkeleri ile bize gelirse, yansımız ne olur? İkincisi; bu plana dair ne söylemek istersiniz?
Her şeyden evvel bu planın tartışılmasını bile ben tüm Filistinli kardeşlerime saygısızlık olarak görürüm. Bu, bizim açımızdan tartışılacak, düşünülecek ve üzerinde konuşulacak bir plan değil. İsrail’in 1947’de uygulanmaya başlayan Filistin topraklarını işgal planı, yıllar içerisinde ne yazık ki küçülte küçülte Filistin’i ve Gazze’yi bu duruma getirdi. Artık ise İsrail, Filistin’de kalan bir avuç toprağı büsbütün alarak, buraları da işgal etme niyetinde. Buna olumlu bakmak, olumlu yaklaşmak asla mümkün değil. Zira bu topraklar Filistinlilerindir. Gazze’de ne olacağına, orayı kimin yöneteceğine Filistin halkı karar verir. Onların kararının üzerinde bir karar verici tanımıyoruz. İsrail’in yapacağı en âlâ şey; 1967 sonlarında bağımsız ve coğrafik bütünlüğü olan Filistin Devleti’nin kurulmasını kabul etmek ve işgal altında tuttuğu Filistin topraklarını mülkün sahibine iade etmektir. İsrail, dünyaya yerleşimci diye pazarladıkları teröristleri o meskenlerden, o yerlerden çıkartmalı ve Filistinlilerle barış içinde bir geleceği nasıl inşa edebileceklerini düşünmelidir. Bu sürecin galibi de ben inanıyorum ki Filistinliler olacaktır. İki de bir bunlar yatıyor, kalkıyor Hamas aşağıya, Hamas üst diyor. Hamas her şeyden evvel bir direniş örgütüdür. Hamas, Filistin’de yapılan seçimlerden zaferle çıkmış bir siyasi harekettir. 21 sene evvel Amerika Birleşik Devletleri’nde bir kümeyle yaptığım toplantıda bu soruyu sordular. Ben orada da söyledim. Hamas, 1947’de toprakları ellerinden alınmış bir siyasi harekettir. Bu siyasi hareket sonuçta Filistin’de seçim kazanmış bir partidir. Hamas bugün de kendi topraklarını muhafazanın uğraşı içerisindedir. İsrail Gazze’yi yıllarca açık hava hapishanesine çevirmiş su, yiyecek, giyecek, elektrik kısıtlamalarına tabi tutarak kendince terbiye etmeye kalkmıştır. Gazze’deki Filistinliler bu kadar müddet içerisinde yılmadı, İsrail hedefine ulaşamadı ve inanıyorum artık de başaramayacak.
Amerikan WSJ gazetesinde bir haber yer aldı. Filistin dışında yaşayan Hamas üyelerine yönelik İsrail’in suikast planları olduğu tabir edildi. Filistin dışındaki ülkeler ortasında Türkiye’de sayılıyor. İsrail’in İç İstihbarat Yöneticisi de misal bir tabir kullanmıştı. Bu türlü bir planının gündeme getirilmesindeki maksat sizce ne olabilir?
Her şeyden evvel bu haberi yapanlar demek ki Türkiye’yi tanımıyorlar. Türkleri tanımıyorlar. Bizi tanımıyorlar. Bu türlü bir yanlışa tevessül etmeleri halinde şunu bilmeleri gerekir ki bunun bedelini, bunun faturasını çok fakat çok ağır öderler. Şu anda Gazze’yi havadan, denizden, karadan kuşatmak suretiyle bu adımları atanlar, bir hafta içinde sonuç alacaklarını zannediyorlardı. Ne oldu, alabildiler mi? Almadılar. Türkiye’ye, Türklere karşı bu türlü bir adımı atmaya şayet cüret ederlerse bunun bedelini, bir daha bellerini doğrultamayacak surette, ödemeye mahkum olurlar. Bu türlü bir işe kalkışanlar bunun sonuçlarının son derece önemli olabileceğini unutmamalıdır. Türkiye’nin hem istihbarat hem güvenlik alanında aldığı arayı dünyada bilmeyen yoktur. Ayrıyeten biz dün kurulmuş bir devlet değiliz. Bunu da kimsenin aklından çıkartmaması gerekir.
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Bosna soykırımından sorumlu Miloseviç üzere yargılanması gerektiğini söz ediyorsunuz. Bu hususta acilen harekete geçilmesi için öteki neler yapılabilir? Netanyahu’nun yargılanması İsrail’in diğer işgal ve soykırım hareketlerini engelleyebilir mi?
Her şeyden evvel Netanyahu o denli yahut bu türlü bugün olmazsa yarın mutlaka yargılanacaktır. Hatta şu anda kendi içlerinde bunun hengamesi gürültüsü başlamış durumda. Dünyanın değişik yerlerinde meydanlar nasıl ayağa kalktıysa, şu anda İsrail’in meydanları da ayaktadır ve bölünmüşlerdir. Netanyahu’nun her an hesaba çekilmesini isteyen bir İsrailli küme var. Netanyahu yaptıklarının cezasını ödemekten kaçamayacaktır. Er ya da geç yargılanacak ve işlediği savaş kabahatlerinin bedelini de ödeyecektir. Şayet memleketler arası hukuk hakkıyla işletilir ve bu savaş cürümlerinin cezası verilirse, bu karar hem Filistin bölgesinde hem dünyanın başka coğrafyalarındaki tüm zalimlere ibret olur. Lakin bunun peşini bırakır, oradaki başvuruyu takip etmezsek bu da yeni soykırımlara kapı ortalar. Bu sebeple bu işi sıkı tutacak ve Gazze soykırımının faillerinin yargılanmasını sağlamak için elimizden geleni yapacağız. İsrail’i yöneten mevcut koalisyon sağlıklı değil. Bu koalisyon çöktü çöküyor. Bunları çok canlı zannetmeyin, bunlar gidici. Netanyahu’nun gidici olduğunu bundan 50-60 gün evvel söyledik. Gitmelerinin alametleri belirmeye başladı bile. İsrail’e “Artık sizi beslemekten bıktık” diyenler, ortaya çıkmaya başladı. Birinci günlerde dayanak açıklamaları yapan Fransa’ya bakın. Artık birebir Fransa var mı? Fransa Cumhurbaşkanı Macron artık çok farklı açıklamalar yapıyor. Tıpkı biçimde tekrar Batıdaki başka birçok ülke, birinci zamanlardaki açıklamalarını artık yapmıyor. Bütün sıkıntı buradaki sabrın sonucudur. Hani bizim çok kıymetli bir prensibimiz var ya; “Men sabera zafera. Sabreden kimse, zafere ulaşacaktır.” Şu anda, Hamas, Filistin, işte bu sabır düzeneğini çalıştırıyor. İnanıyorum ki, zafer inşallah onların olacaktır. Bedeli ağır olacak lakin zafere ulaşacaklar.
Ülkelerin hallerindeki değişikliklerden bahsettiniz. Benim sorum da biraz bu bahisle alakalı. Birleşmiş Milletler’deki ateşkes tasarısına çekimser oy kullanan ülke önderleriyle temasa geçeceğinizi söylemiştiniz. Geçtiğimiz hafta Dubai’de, İtalya ve Japonya başbakanlarını kabul ettiniz. Bu temas trafiği noktasında son durum nedir? Temaslarınızda çekimser oy kullanan ülkelerin tutumlarında gözle görülür bir değişiklik gözlemlediniz mi?
Benim kanaatim çekimser oy kullanan ülkelerin tavırlarında değişiklik olacağı istikametinde. Malum İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi ortak tepesi sonrası İsrail’in zulmünü ve tahlil yollarını ülkelere anlatan bir yedili küme oluştu. Bu yedili kümenin içerisinde Dışişleri Bakanımız Hakan Fidan da bulunuyor. Değişik ülkeleri dolaşıyorlar. Riyad Tepesinde alınan karar sonrası ağır bir tempoda çalışmaya başladılar. İslam İşbirliği Teşkilatı’nda birinci kez bu türlü bir hareket kümesi oluşturuldu. Kıymetli olan bu kümenin Filistin konusunda tek ses olması. Birinci evvel Rusya ve Çin’e gidildi. Daha sonra Fransa, İngiltere’de görüşmeler yapıldı. Akdeniz ülkeleriyle bir ortaya gelindi. Her görüşmede Filistin ile ilgili bizim geliştirdiğimiz telaffuzlar ve siyasetler karşı tarafa iletildi. Bu siyasetler anlatıldıkça önemli bir telaffuz değişikliği olmaya başladığını gördük. İslam dünyası tek ses olup tahlili konuşmaya başladı. Artık “Gazze’ye ne olacak?” sorusundan öteye geçildi ve “İki devletli tahlil nasıl olacak, yardımlar nasıl organize edilecek?” üzere hususlar konuşuluyor. Sürecin başında İsrail’e hak verip yanında konumlanan fakat gerçekleri gördükçe uzaklaşan ülkeler yok değil. BM’de çekimser kalan ülkelerin de İsrail’in bu hukuksuz akınlarına aslında karşı olduklarını lakin başta çeşitli münasebetlerle seslerinin yükselmediğini görüyoruz. Kimilerinin halklarının baskısı sonucu sesleri yeni yeni çıkmaya başladı ki bu umut vericidir. Bir de İspanya üzere cesurca çıkış yapanlar var. Bu prensipli duruşun Avrupa’da yayılması halinde İsrail’in katliamını sürdüremeyeceğini düşünüyorum. İsrail, Avrupa’yı kaybetmeye başladığının farkında. Toplumların vicdanı bu kaybı hızlandıracak ve sonuçta Filistin ve insanlık kıymetleri kazanacaktır.
Birleşmiş Milletler Genel Konseyi Gazze imtihanından başarısız çıktı. 121 ülkenin Filistin’in yanında durarak verdiği “evet” oyu var lakin 3-5 ülkenin burada Gazze konusunda birebir fikirde olmadığı, İsrail’e takviye verdiğini de görüyoruz. Bu türlü bir yapıdaki Birleşmiş Milletler’in dünyaya, insanlığa barışı getiremeyeceğini bir sefer daha dünya anlamış oldu. Birleşmiş Milletler’in tertibi gözden geçirilebilir mi ya da Birleşmiş Milletlere alternatif bir teşkilat kurulamaz mı?
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Sayın Antonio Guterres başından itibaren tüm taraflarla çok yakın temas halinde. Gerek bizim kendisiyle yaptığımız görüşmelerde, gerek kendisinin bölgeyle münasebetlerinde, hiçbir vakit İsrail yanlısı bir görüş ortaya koymadı. Genel Sekreter Guterres, burada nitekim samimi bir havada, bilhassa bu zulmün karşısında durdu. Vakit zaman arkadaşlarımızın kendisiyle görüşmeleri oldu. Yaptığımız tüm görüşmelerde Guterres’in İsrail zulmü karşısında hem duruşumuzu takdir etmesi hem de bu duruşun devamı istikametinde kanaat ortaya koyması bizler için bir umut ışığıdır. Birleşmiş Milletler Genel Şurası’nda Filistin’in yanında zulmün karşısında duran 121ülke aslında çok kıymetliydi. Bunun yanında 40 kadar çekimser oy kullanan ülke var. Biz artık bu çekimserler üzerinde durmayı hedefliyoruz. Batı’nın Amerika’nın yanında yer alan ülke sayısı yalnızca 14. Bu Filistin’in haklılığının ne kadar ileri derecede kabul gördüğünün en açık, en hoş sözüdür. Durum bu türlü olduğuna nazaran bizim diplomatik ataklarımızı devam ettirmemiz değerlidir. Bu 40 ülkenin İsrail zulmüne karşı Filistin’in yanında yer almasını sağlayabilir miyiz? Bunun çabası içerisinde olmamız lazım. Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu’ndan öte Birleşmiş Milletler Genel Heyeti’nin hali beni çok çok umutlandırıyor. Öbür tarafta da bizim Rusya’yla olan görüşmelerimiz devam ediyor ve bugüne kadar da rastgele bir düşünce yaşamadık, yaşamıyoruz. Bundan sonra da yaşayacağımıza ihtimal vermiyorum. Birleşmiş Milletler kurumsal olarak sistemini işletemez halde ve eli kolu bağlı yaşananları seyretmektedir. Maalesef “Dünya beşten büyüktür” çıkışımıza münasebet olan bu buhranın acı sonuçlarını bir sefer daha yaşıyoruz. Dünya barışını korumak Birleşmiş Milletler’in temel misyonudur. Güvenlik Konseyi’nin çarpık yapısı nedeniyle bu vazifesi yapamaz haldedir. Allah korusun kapsam olarak daha büyük bir çatışmalı süreçte BM’nin sonu Milletler Cemiyeti üzere olur. Bu sebeple, zararın neresinden dönersek kardır anlayışıyla hareket etmeli ve BM sisteminde revizyonu konuşmalıyız. Vakit çok geç olmadan bunu yapmak zorundayız. Yoksa BM sistemi çıkacak büyük bir yangını söndüremeyecek ve dünya yeni bir kaybediş sürecine girecektir.
Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasından sonra bizim F-16’ları almak üzere müracaatta bulunmamız modernizasyon kitleriyle birlikte, Amerikan idaresi tarafından politik olarak olumlu bakıldığı söylenmişti. Ancak Amerikan sisteminin gereği uyarınca bir kongre süreci var. Lakin bu kongre sürecinin biraz gri ve flu gitmekte olduğu anlaşılıyor. Bir modül yavaş ilerlediği üzere bir izlenim içindeyiz. Sanki Amerikan kongresiyle ilgili yahut genel olarak F-16’larla ilgili son durum nedir? Öteki taraftan Türkiye’nin, Eurofighter Typhoon uçakları alım konusunda bir niyeti ortaya çıktı. Genel olarak her iki mevzunun da Türkiye’nin, İsveç’in NATO üyeliğini onaylamasıyla ilişkilendirildiği üzere bir algı oluşmuştu son devirde. Bunun dışında da şu anda Parlamentomuzda değerlendirilmekte olan bir süreç var. Efendim bunun dışında da muhatap ülkeler ek bir grup kurallarla Türkiye’ye muhakkak bir masaya mı çekilmeye çalışıyorlar?
F-16 probleminde biz muhataplarımıza dedik ki “Amerika Birleşik Devletleri’nin kongresi varsa bizim de kongremiz yani Meclisimiz var.” Parlamentomuzdan kesin karar çıkmadıktan sonra söyleyecek rastgele bir şey yok. “Ben Cumhurbaşkanı olarak bunu parlamentoya sevk ettim ve bana teşekkür ettiniz. Misyonumu yaptım lakin sizlerden de bir şey bekliyorum. Sizler de eş vakitli olarak bu mevzuda kongrenizden bunu geçirin, beraberce eş vakitli olarak bu adımları atalım.” diyorum.
Bir öteki husus da Eurofighter Typhonn meselesi… Kaldı ki Eurofighter konusunda da aslında İngiltere’nin bakışı olumlu. Maalesef Almanya’da bir sorun kelam konusu. Ancak pürüzleri gidermek için İngiltere’nin olumlu yaklaşımı oldu. Almanlarla mevzuyu görüşeceklerini söylüyorlar. Bu noktada öteki alternatiflerimiz de yok değil.
Mayıs ayında genel seçimler yapıldı. “Birlikte kazanacağız” sloganıyla seçim çalışması yürüten Millet İttifakı bileşenleri kaybetti. Siz yani Cumhur İttifakı kazandı. Lakin artık lokal seçimlere gerçek giderken tekrar bir ittifak arayışı içinde oldukları görülüyor, Millet İttifakı kimi bileşenlerinde. Bilhassa CHP bu bahiste biraz daha istekli görünüyor. Lakin dün ÂLÂ Parti tarafından bu teklifleri reddedildi. Sizin bu hususta bir teklifiniz var mı efendim? Ne dersiniz?
Bizim Cumhur İttifakı olarak içimizde bu türlü bir kahır kelam konusu değil. Grubumuz şu anda muhataplarıyla görüşmelerini yaptı, yapıyor. Sayın Devlet Bahçeli ile bu bahiste ana çerçevede görüşmelerimizi yaptık, adımlarımızı esasen attık, atıyoruz. Arkadaşlarımız çalışmaya devam ediyor. Cumhur İttifakı’ndaki sağlıklı çalışma kaideleri görünen o ki karşı tarafta yok. Bizler de şu an prestijiyle bu sağlıklı gidişi rastgele bir derde fırsat vermeden devam ettireceğiz. “Yeniden İstanbul” diyorsak, “Yeniden Ankara” diyorsak bu vilayetler başta olmak üzere kentlerimizin tamamında çok çalışıp Cumhur İttifakı olarak seçimi kazanmalıyız. Çünkü İstanbul’un, Ankara’nın çektiği sıkıntılar ortada. Vilayetlerimizde vatandaşımızı, halkımızı inşallah karamsarlığa sürüklemeyecek adaylarla yeni bir sıçramayı yapacağız. Cumhur İttifakı olarak da en hoş halde 31 Mart seçimlerinden zafere çıkacağız.
HEDEP mahallî seçimlerde bütün kentlerden aday çıkartacağını, son kelamın Parti Meclisi’nde olacağını söyledi. Bu kararlarının ardında duracağını düşünüyor musunuz?
Yaptıkları, geçtiğimiz seçimde gerçekleşen ve hala kapalı tutulan pazarlıkları tazeleme çabası olabilir. Öpülen ellere, gönderilen selamlara bakılırsa CHP de nikah tazeleme konusunda bir epey istekli. Bu hevesi gördüklerinden olsa gerek “ne koparırsak kardır” taktiğini devreye almışlar anlaşılan. Biz bu oyunu daha evvel de gördük. Geçtiğimiz seçimlerde ne dediklerini hatırlayın. Kesin bir lisanla Cumhurbaşkanı adayı çıkartacaklarını söylemediler mi? Sonra CHP ile kapalı kapılar gerisinde pazarlığa oturdular. CHP’den aldıkları somut kelamlardan çok mutlu oldular ve aday çıkartmayacaklarını söyleyip altılı masanın adayına açık dayanak verdiler. Hatta o süreçte Kandil’den de Millet İttifakı’na açık dayanaklar geldi. Artık de birebir süreç işletiliyor. CHP’ye “bize ne vereceksiniz, biz neler alacağız” diyorlar. Cumhur İttifakı’nın dışındaki öbür siyasi partilerin mantalitesi bizim anlayışımız değildir. Ne HEDEP’in zihniyeti ne CHP’nin zihniyeti bizimle uyuşmaz. Yakından, uzaktan bizimle alakası olamaz. Biz milliyiz, yerliyiz. Onlar ne ulusaldır ne de yerli. Biz bu ulusallık, yerlilik ekseninde inşallah bu çalışmaları sürdüreceğiz 31 Mart’tan da çok çok farklı bir biçimde kazanarak çıkacağız.
Özellikle Cumhur İttifakı olarak İstanbul ve Ankara’da çıkaracağınız adayların kim olacağı merak konusu. Sanki bu isimleri ne vakit belirleyip ne vakit açıklayacaksınız? Bir de bu isimleri belirlerken İstanbul ve Ankara’da ne cins kriterleri dikkate alıyorsunuz? Hangi kriterler üzerinde duruyorsunuz?
Halkımızın kabul gördüğü yahut kabul gösterdiği kriterler neyse biz o kriterlerle adaylarımızı belirlemenin çabası içerisinde olacağız. Kaldı ki ben biliyorsunuz belediyecilikten gelmiş bir siyasetçiyim. 40 yılımızı buna verdik ve halkımın ilgisi, alakası, muhabbeti kimedir, neyedir, hangi kriterler hangi adayda olursa halkım ona teveccüh eder, bunları az çok biliyoruz. Bu hususlarda çalışmayı yürüten arkadaşlarımızla bir arada enine uzunluğuna tahlil yapıyoruz. Ondan sonra da son kararımızı veriyoruz. İnşallah mahallî idareler seçiminde de lokal idarelerden gelen bir siyasetçi olarak, bu kriterleri masaya yatıracağız ve adımlarımızı da ona nazaran atacağız. Bizim belediyecilik anlayışımızı temsil etmeyecek, bizi hayal kırıklığına uğratabilecek kimseyi listelerimizde göremeyeceksiniz. Çok nitelikli arkadaşlarımız mevcut ve en uygununa karar verip milletimizin huzuruna çıkıp dayanak isteyeceğiz.
Siz evvel “Bay” dediniz. Sonra da “Bay bay” dediniz ve sizin dediğiniz üzere sahiden Kemal Beyefendi siyaset sahnesine veda etti. Yerine gelen Genel Lider birinci iş olarak HDP eş genel lideriyle birlikte, “Türkiye Doğu’da işgalcidir” diyen bir kişinin elini öptü. Daha sonra da “Türk Silahlı Kuvvetleri kimyasal kullandı” diyen Şebnem Korur Fincancı’ya da açık ve net bir dayanağı var. Geçen gün de bir ortaya geldiler. Hülasa efendim muhalefetin tavrı hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
Bu isimlerin hiçbiri ne ulusal ne yerli ne vatansever. Bu türlü bir yanları zati yok. Bunların yakıştığı ve yakışacağı yerler belirli. Nereye yakışır bunlar? CHP’ye yakışır. Nereye yakışır bunlar? HEDEP’e yakışır. Bunlar nasıl genel seçim öncesi terör örgütleri dahil birçok odakla iş tuttularsa yeniden birebirini yapacaklar. Türkiye’nin karşısında konumlananlarla yan yana gelmek bunlar için sorun değil. Emele ulaşmak için her yolu mübah sayar bunlar. Prensipli siyaset bunların kitabında yer almaz. Gerektiğinde halka, gerektiğinde kendi teşkilat mensuplarına ve seçmenlerine palavra söylemekten çekinmezler. Son seçimde seçim sonuçları ortaya çıktıktan sonra bile “kazandık” demediler mi? Kaldı ki seçim sonucunun bu türlü olacağını bile bile koro halinde kendi kitlelerine palavra söylediler. Esasen Cumhur İttifakı’na bunların yakışması kelam konusu değil. Bizimkiler ulusal olacak, yerli olacak, vatansever olacak ve bayrağıyla ezanıyla yatıp onlarla kalkacak.
Vatandaşın en az enflasyon kadar merak ettiği bir öteki konu da pazardaki fiyat istikrarsızlığı. Bilhassa internet pazarında karşı karşıya kaldığımız bu durumla tıpkı mahallede, birebir semtte, yan yana iki markette bile karşılaşabiliyorsunuz. Enflasyonun yanı sıra piyasadaki bu fırsatçılıkla uğraş konusunda neler var çaba planınızda?
Fırsatçılıkla gayret, fahiş fiyat artışlarıyla gayret noktasında kontrol ve cezai uygulama vazifelerimizi yapıyoruz. Bunu yaparken de ilgili kurumlarımız enflasyonla çaba programına uygun biçimde koordineli çalışıyor. Bir yandan da arz, talep, stok, ihracat, ithalat dataları çabucak hemen her gün denetim ediliyor. Piyasada yokluk oluşmaması buna bağlı olarak da fahiş fiyat artışları oluşmaması noktasında önemli önlemler aldık ve 6 aydan bu yana piyasada hiçbir mal kahrı yaşanmadı. Fahiş fiyat artışı yaptıkları tespit edilen dalların üzerine bakanlıklarımız süratli ve organize bir halde gidiyor. Gayrimenkulde otomotivde önemli fiyat düşüşleri oldu. Cumhuriyetimizin 100. yılı vesilesiyle fiyat indirim kampanyası davetimiz da tesirli oldu. 100 bin’e yakın işletme bu noktada iştirak gösterdi. Temelinde biz enflasyonu dizginleyerek, beklentileri yöneterek, kalıcı bir formda dezenflasyon sürecini başlatmış durumdayız. Kimi eserler bazında farklı mecralarda farklı fiyatlar olabiliyor. Bunu büsbütün denetim etmek, yönetmek, idari kararlarda pek muhtemel değil. Onun yerine bizim için değerli olan genel manada iktisadın tamamına hakim fiyat düzeyindeki artışların yavaşlamasıdır. Şu anda yavaşlama başladı. Bu bir trende dönüştü. Önümüzdeki aylarda bu çok net bir halde ortaya çıkacak. Baz tesiriyle Haziran ayına kadar yıllık enflasyon yüksek kalacak. Bir de para siyaseti gecikmeli çalışıyor. Haziran sonrası çok süratli bir biçimde yıllık enflasyon düşecek.
[ad_2]
